.

25 Nisan 2010 Pazar

Night and the city: Gölgerengi hayatlar, loş insan kuytulukları...


Klasik sinemanın hayran olunası bir örneği. Filmin, her daim terden sırılsıklam, merdiven basamaklarına ayaktakımına özgü bir büyütecin arkasından bakan, küçük hesaplarının peşinde çılgınca bir koşu tutturmuş baş karakteri, Harry Fabian'ı (Richard Widmark) takip ederken nefes yetiştirmekte zorlanıyorsunuz.

Film başlar başlamaz, siyah-beyazın harikulade kontrastı içinde Harry'nin kaçış güzergahına usta işi pusular yerleştiren kameranın gözünden içeriye akıyor, Londra sokaklarının geç vakit tenhalığında ecel terleriyle cebelleşip duracağınız bir karabasanın içine yuvarlanıyorsunuz. Tutkular ve hırslar, korkular ve endişeler, umutlar ve düş kırıklıkları, doğal afet gibi her yeri kaplayan gölgelerin aralık bıraktığı yerlerden taşarak, gözün karanlığa alışmasından sonra seçilebilen detaylar gibi hayal meyal farkedilmeye başlıyor.

Yunan greko-romen efsanesi Stanislaus Zbyszko, kendini oynuyor. Yani oynamasına gerek kalmıyor.

Philip Nosseross (Francis L. Sullivan), kendisi gibi sevgilisini bekleyen Mary'yle (Gene Tierney) tamamen gölgelere batmış iki yorgunluk halinde dertleşirken, kelimeleri çatlatıp bir güzel kırıntılara ufalayarak parça tesirli hale getiriyor. Çıkardığı o iniltili ses, sanki ağzından çıkmıyor, yarasından sızıyor. Derviş nefesine aşina bir neyden sanki, hüzzam tadında taksimler üfleyerekten içli ve mübarek bir lisan-ı münasip tutturuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder